12 Eylül 2009 Cumartesi

Yüksek Yüksek Tepeler

Cüneyt kendine geldiğinde etrafı göremeyince bir an paniğe kapıldı, kıpırdanmaya çalışmasıyla birlikte ellerinin arkasından kelepçeli olduğunu ve vücudunda derin bir acıyı duyumsadı. Bir kaç saniye nerede, neden bu halde olduğunu hatırlamaya çalıştı. Yaşadıklarını hatırlamaya başlamasıyla birlikte içini harlı bir ateş gibi saran panik duygusundan sıyrılmaya başladı. Ortama biraz daha alışınca gözlerine sızmaya başlayan ışıktan gözlerininde bir bantla bağlanmış olduğunu anladı. Yattığı yerde derin derin soluyarak kendini biraz daha toparlamaya çalıştı.Ayağa kalkacak kadar gücü kendisinde bulduğu an hamlesini yaptı. İlk denemesi başarısız olmuştu, vücudunun hemen her yeri ağrıyordu, özellikle kasıklarındaki ağrı dayanılmaz derecedeydi. Tekrar sırt üstü bıraktı kendini. Biraz daha uzanıp gücünü tekrar toparlayınca ellerinin kelepçeli olmasına ve hissettiği acıya aldırmaksızın, ayakları dizlerinden bükülmüş vaziyette öne uzatarak doğruldu. Bu pozisyonda kasıklarındaki ağrı bir nebze olsun katlanılabilir hale gelmişti, bir süre öylece oturdu. Bedenini çok fazla yormadan ayaklarıyla kendini öne çekerek etrafında sırtını dayayabileceği bir duvar bulabilmek için ilerlemeye başladı. Hareket etmek, özellikle elleri bağlıyken ilerlemek gücünü tüketiyordu. Tam olarak bilemiyordu ama beş dakika sonra iki, üç metre ilerleyebilmiş ayaklarıyla bir duvara nihayet temas edebilmişti. Sırtını duvara yaslayabilmesi için bir süre daha çaba harcaması gerekmiş ama sonunda sırtını bir yere yaslamanın rahatlığına kavuşmuştu. Elleriyle duvara yaslanınca, duvarın da yer gibi halıfleks kaplı olduğunu farkketti. Yavaşça ayağa kalkıp duvar boyunca ilerlemeye başladı, kaval kemiğinde hissettiği acıdan bir divana çarptığını anladı. Duvara yaslanmaksızın yürümekta bas bayağı zorlansa da, divanı geçip tekrar duvara ulaşana kadar hemen hemen bütün enerjisini tüketti, gözleri kararıyordu. Biraz dinlenip birkaç adım daha attıktan sonra eline ve vücuduna metalin tatlı serinliği dokunduğunda nihayet bir kapıya ulaştığını anladı. Kalan gücüyle kapıya bir kaç topuk darbesi vurduktan sonra yana doğru yavaşça bıraktı bedenini.Kapıdan gelen tek bir sürgü sesinden kapının üstünde bir bölmenin açıldığını anladı. Tuvalet ihtiyacı vardı, ağzı kurumuş, dili ağzının içinde dönmez olmuştu. Açılan bölmeden kaba sesiyle, orta yaşlı olduğunu tahmin ettiği bir adam seslendi;- Ne var la ne var? bi biriniz bi diğeriniz ne istiyon?Cüneyt "tuvalet" demeye çalıştıysa da bunu ilk seferinde başaramadı, dudakları ufak bir kımıldanmadan fazlasını becerememiş, sesi çıkmamıştı.- Ne istiyon la söylesene seni mi beklicez burda bi saat!Adamın lanet sesi bu kez kulaklarını tırmalamıştı. Nihayet kendini zorlayarak da olsa, istediğini söyleyebildi. Hemen ardından anahtar şıkırtısı, kapının sürgüleri ve adamın homurtuları bir arada gelmeye başladı. Adam kapıyı açınca gördüğü duruma şaşırmış gibi;- Anaaam seni çözmeyi unutmuş bu g.tverenlerdiyerek Cüneyt'i omuzlarından tutup ayağa kaldırmaya çalıştı. Cüneyt, canı yandığı halde adama kalkabilmek için yardımcı oldu. Adam Cüneyt'in yüzünü duvara çevirip ellerindeki kelepçeleri çıkarmaya uğraşırken bir yandan konuşuyordu.- Bak yeğenim benim adım Hıdır, buranın gardiyanlarından biriyim, şimdi gözlerini de çözücem. Beni görmende sakınca yok çünkü sana bunları yapan ben değilim, benim işim sizi getirip götürmek, burada başnızda beklemek, tabii yukardakiler haklı olarak yüzlerini görmenizi istemiyorlar.Nihayet kelepçeleri çıkarmayı başarabilmişti Hıdır. Başının arkasında gözbağı da çözülünce, gözlerine dolan ışık Cüneyt'te geçici bir körlük yarattıysa da birkaç saniye sonra gözleri yavaş yavaş eski haline döndü, gözünde gözlükleri olmadığı için bulanık görmesine rağmen ışık onu bir nebze rahatlattı. Hıdır'ın da yönlendirmesiyle arkasına döndü. Kırk yaşlarında, neredeyse cüce sayılabilecek kadar kısa, esmer, tıknaz bir adamdı Hıdır. Kafasının tam tepesi kelleşmiş, zayıf ampul ışığının yansımasıyla güneş gibi parlıyordu. Cüneyt'in dikkatini çeken ve içini ürperten en belirgin özellik adamın kocaman, donuk, gri gözleriydi. İçinin titrediğini hissetti Cüneyt. Hıdır tekrar konuşmaya başlamasa, Cüneyt'in gözlerini kaçırdığını anlayabilecekti.- Of! Fena benzetmişler seni bunlar yahu, aman yeğenim bunların acıması yoktur, sana birşey sorarlarsa cevabını ver, yoksa acımaz bu ibneler adama. Hadi yürü bakalım tüh tüh, yazık gencecik çocuklara.Hıdır, Cüneyt'in koluna girmiş onu kendine yaslamıştı, bir an içinde minnet duyguları uyandıysa da bu çok kısa sürdü, koridora adım atacaklerken yalpalayarak kolunu kurtardı Hıdır'dan "burada dostun yok... kimseden iyilik bekleme, bir şey isteme" diye geçirdi içinden ve hafif bir sevinç duydu yavaş yavaş toparlanıyor oluşundan.- Bak böylesi daha iyi, kendin yürürsen toparlanırsın.diyerek sırıttı Hıdır. Koridor içinden çıktıkları loş hücreye oranla çok daha aydınlık ve ferahlatıcıydı, duvarlar beyaza boyalı, sağlı sollu bir sürü hücrenin bulunduğu yer aldığı upuzun bir koridordu çıktıkları ve düşük mumlu ampul yerine bir sürü florasanla aydınlatılmıştı. Birkaç kapı geçtikten sonra Hıdır kendi bölmesine yönelirken seslendi;- Tuvaletler koridorun sonunda, bir saçmalık yapmaya kalkma çıkartmam bir daha dışarı. Ha! bir de sakın diyeyim su içme. Ağzını ıslat sadece, birkaç saat daha beklemen lazım, ölüp kalırsın başıma bela olursun sonra.Hıdır'ın sözleriyle o ana kadar yaşadıkları tek tek geçmeye başladı zihninden. Akşam evde ailesiyle otururken kapı çalınmış, annesinin kapıyı açmasıyla birlikte silahlı ve maskeli bir dünya adam evin içine hücum etmişti. Ailesine birkaç açıklama yaptıktan sonra Cüneyt'i apar topar kelepçeleyip, merdivenlerden aşağıya indirmeye başlamışlardı, Cüneyt, neden alındığını biliyordu ama o an içinde hissettiği korku ve paniği ömrü boyunca hissetmemişti. Aynı korkuya kapıldı bir an için. Merdivenlerden indikten sonrasıysa sanki bir kabustan alınma film kareleriydi. Minibüse bindirilişi, bindiği anda havada uçmaya başlayan tekme, yumruk ve silah dipçikleri, gözlerinin bağlanışı, arabayla bir müddet gittikten sonra yine bağırışlar, tekme ve yumruklar arasında bir binaya sokuluşu, kıyafetlerinin parçalanırcasına üstünden çıkartılması, çıplaklığın rahatsız edici ürpertisi, soğuk ve tazyikli suyun bedenine değişi, soluğunun kesilmesi, kollarından askıya asılması, bir cihazdan gelen takırtılar ve kasıklarında hayır sadece kasıklarında değil vücudunun tüm hücrelerinde hissettiği elektriğin dayanılmaz acısı, kulaklarını sağır eden kendi çığlığı. Sanki evde oturmuş bir aksiyon filmini izliyordu ama bu kez oyuncu da kendisiydi. Tüm bunlar olurken kimse Cüneyt'e tek bir soru bile sormamıştı, "bu bir taktik" diye düşündü cüneyt içinden " korkuya kapılmanı istediler, paniklemeni istediler ve sen de bunu yaptın, bir daha yapma anla işte" şimdi seviniyordu Cüneyt, kendini daha iyi hissediyordu, en azından aklını toparlayabilmişti, buradan sağ ya da ölü ama onuruyla ve insanlara zarar vermeden çıkmanın tek yolunun aklını başında tutmak, kendini kaybetmemek, korkuya kapılmamak olduğunu zaten biliyordu. Şİmdi verdiği sadece bir sınavdı, bedensel acıların birgün geçeceğini biliyordu. Daha onaltı yaşında olsa da o değerlerine gerekirse canından vazgeçebilecek kadar bağlıydı "gerekirse öl ama sus gözünü seveyim" diye telkin etti kendini.Tuvalette hemen musluğun başına geçti. Ağzına, ensesine, kollarına heryerine su çarptı olmadı kafasını suyun altına tuttu. Deli gibi susamış olmasına rağmen içmemesi gerektiğini biliyordu, suyu ağzında çalkaladı, biraz daha çalkaladı. Bir çok tanıdığının bu şekilde vücudunda kalıcı hasarlar kalmıştı. Suyun serinliği biraz toparlamasını sağladı. Helaya doğru gidip, işemeye başlayınca idrarının kıpkırmız kan olduğunu gördü, olduğu yerde sağa sola yalpaladı ve bir anda kulaklarını tırmalayan o tanıdık makina sesini, ardından genç bir kızın kulakları sağır eden tiz, acınası çığlığını duydu. Cüneyt daha ilk çığlığın etkisinden kurtulmaya fırsat bulamadan ikinci kez manyetonun tıkırtısını ve kızın içler acısı çığlığını duydu. Yorgun zihni ve bedeni onu daha fazla ayakta tutamadı, gözleri karardı ve geriye doğru, tam da kafasını betona çarpacak şekilde bayıldığında üstüne kan işemeye devam ediyordu.Kendine geldiğinde hücredeydi. Hücredeki divanda uzanmış yatıyordu. Bir süre yattı öylece vücudunu dinledi, ağrıları oldukça hafiflemişti ama kafasının tam arkasın şiddetli bir ağrı vardı, bayıldığı anı hatırladı. Burnuna gelen kan ve sidik kokusundan midesi bulandı, kokuya alışmaya çalıştı epeyce bir zaman. Nihayet ayağa kalktı, kapıya doğru yürüyüp iki tekme savurdu "Gardiyan!" kısa bir sessizliğin ardından Hıdır'ın anahtarlarının şıngırtısını duydu. O sırada Bahadır'ın adını bağıran sesini duydu "Cüneeeyt". İçini bir sıcaklık, bir huzur kapladıysa da bu çok uzun sürmedi, üzüldü Bahadır'ın da burada oluşuna. Onu da getirmişlerdi demek... Hıdır'ın sinirli sesini duydu " Bağırmayın lan ipneler, başıma bela açmayın!" aldırmadı Cüneyt, Hıdır'a. Var gücüyle bağırdı bu kez "nasılsın, iyi misin?" cevap hemen geldi Bahadır'dan; iyiydi. Acı acı gülümsedi Cüneyt "çok olsa benim kadar iyidir" diye. Kapının mazgalında Hıdır�ın koca gri gözleri göründü.- Bağırıp durmayın s.kerim sizin belanızı, ne var ne istiyon?- Su, su içmek istiyorum.- Tabii beş yıldızlı otel ya burası su istiyo beyimiz. Su yok lan sana zamanını bekle, herkesle beraber iç, ipneHıdır mazgalı çarparak kapattı, ayak sesleri uzaklaşmaya başladı. Cüneyt sinirlenmişti, beş metrelik hücrede volta atmaya başladı.Gitti geldi, gitti geldi. Birden bir türkü tutturdu kötü çatallaşmış sesiyle "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar"... Hoşuna gitti türkü, neşelendi, bağıra bağıra söylemeye başladı "annesinin bir tanesini...." gözleri yaşardı burasında türkünün, ama coşkuyla söylemeye devam etti gözyaşlarını silip. Mazgal kapağı hışımla açıldı yine.- Sussana lan orospu çocuğu, başıma bela mısın, delirtcen mi sen beni!Susmadı Cüneyt, devam etti coşkuyla türküyü söylemeye, delilik denebilecek türden bir coşkuydu içinde hissettiği, Hıdır'ın sinirlenmesi daha da coşturuyordu Cüneyt�i. "fesupanaalah" çekip mazgalı çarpıp gitti yine Hıdır. Cüneyt, transta gibi devam etti türküsünü söylemeye, hep aynı türkü, hep aynı ses tonu. Dayanamadı Hıdır yine bu sefer metal bir bardağa doldurduğu suyla geldi açtı mazgal kapağını.- Al sana su getirdim ama sus artık.Bardağa uzanıp aldı Cüneyt, ters çevirip döktü suyu yere. Bahadır'ın ardında yine tanıdık birinin, Tekin'in sesi duyuldu koridorda "yüksek yüksek tepelere ev..." Hıdır cin çarpmış gibi bağırmaya başlamıştı artık- Susun lan, susun ipneler, göreceksiniz ananızı s.kicem sizin!Hıdır nasıl olduysa açık unuttu mazgalı, Cüneyt mazgala ağzını dayayıp devam etti "annesinin bir tanesini hor görmesinler". Birkaç kapı şıngırtısı duyuldu ardından ayak sesleri ve Hıdır'ın delirmiş gibi çıkan sesi.- Siz bunlarla ilgilenin, ben şu mnakoyduğumun çocuğuyla ilgilenicem!Yanında iri yarı ızbandut gibi bir adamla çıkageldi Hıdır, Cüneyt�in hücresine. Suratı kıpkırmızı olmuş, ağzından tükürükler saçılmaya başlamıştı. İri yarı adam kımıldamasına fırsat vermeksizin yakaladı Cüneyt�i arkasından. Cüneyt, içinde büyük bir coşku ve güçle türkü söylemeye devam ediyordu varlıklarına aldırmaksızın, direnmeksizin.- Sus dedim lan!diyerek bir tekme savurdu Hıdır, Cüneyt�in bacaklarının arasına. Bir an sustuysa da tekmenin acısı ve şokundan, hemen devam etti kaldığı yerden Cüneyt. Bir kum torbasıyla çalışır gibi hoyratça tekme ve yumruk sallamaya başladı Hıdır. Cüneyt söyledi, Hıdır vurdu, söyledi, vurdu. İri yarı adam elinden kaydırdı bir an Cüneyt�i, yere düştü Cüneyt. Hıdır hemen üstüne atladı saçlarında tutup yere vurmaya başladı Cüneyt�in kafasını, vurdu, vurdu, vurdu. Diğer adam Cüneyt�in ölmesinden korkup Hıdır'ı üstünden almasaydı daha vurmaya devam edecekti Hıdır. Üçünün de üstü başı kan içinde kalmıştı.Yerde yatan Cüneyt�in kan içinde kalmış yüzünde bir gözü seğiriyordu, bir de belli belirsiz dudakları kımıldıyordu. Kulağını dayayıp da dinleyen birisi duyabilirdi ancak "uçanda kuşlara ma...."


Ekim2007

2 yorum:

  1. bazen düşünüyorum, yaşamadığımız yılların acısını dahi duyumsayabildiğimiz duyarlıkla, o yıllarda nerelerde olurduk! hıdır'ın işkenceci bir arkadaşı mı yoksa çaresiz cüneytin'in zavallı bir hücre komşusu mu... yoksa tümüyle bu olanlara, yaşanan onca acıya aklı ermekle, yetememe arasında kalmış, pencere önünde eve dönmeyen babasını bekleyen bir çift boncuk gözlü çocuklar mı...

    usuna, düşüne, eline sağlık...
    http://poetanovus.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  2. otobiyografik bir yazı olduğunu söyleyebilirim sanırım soruya benim adıma cevap olur ama başka bir acı durumda ne olurdum?

    sanırım yine cüney olurdum...

    YanıtlaSil