12 Eylül 2009 Cumartesi

Bulantı


Boşluk… anlam… bir şey yok, çok vahşi kocaman bir boşluktan başka… ne kelimeler, ne de başka her hangi bir iletişim aracıyla aktarılamayacak kadar yabancı… korkutan, sindiren, yerlerde süründürüp, ama bütün bunları anlamsız kılacak kadarda acımasız bir boşluk… bu boşluğun şizofren yüzü… ayağı yerden kesen, insana uçuyormuş hissi veren o uysal, rahatlatan, huzur veren tatlı boşluğun, bir deli kadar normal hali… bu bir çatışma… bu öyle işte… yok…


Aklımı tımarhaneye kapatmak istiyorum… onu zincirlemek, uyuşturmak, şoklamak… bu böyleyken bana herkesin normalmişim gibi davranmasından bıktım… ben normal olmak istemiyorum… ben yaptığım her şeyin bir kurallar silsilesini atlatabilmek için özenle çeki düzen verilmiş olmasını istemiyorum… etrafımda sürekli özgürlükten bahsedip tüm hareketlerimi kısıtlayan, beni kendi kafalarında kesip biçtikleri adam profiline oturtmak için olmadık yollara başvuran, özleyen, özlemeyen, kırılan, mutlu olan, sinirli, geri zekalılar topluluğundan sıkıldım… o geri zekalı insan topluluğunun içine girmeye can atan, kurallar silsilesine işleri yolundayken sadık bir köle gibi hizmet eden kendimden sıkıldım... devam edemiyorum… her sorumluluk, yaşamın devam ettirilebilmesi için gereken, en basit işler dahi koca bir gerilim kaynağı, milyon ton ağırlığında bir basıncı her hareketimde vücudumun her hücresinde hissediyorum… aklım ve yüreğim sürekli çatışma halinde ve bu çatışmada ne aklım ne de yüreğim ne için çatıştığını bilmiyor, kontrolden çıkmış nedensiz ve çözümsüz bir çatışma… ben sıfır noktasına inmek istiyorum… kaygılar, başarısızlıklar, bir şeylere yetemediğini bilmenin ezici baskısı… her şey, istisnasız her şey bıçak sırtında, gerilim… gerilim… gerilim… ne boşluk, ne de yalnızlık olması gerektiği gibi huzur verici değil… ikisi de amansız bir düşman gibi… kapana kısılmışlık, çaresizlik… kötü olan ne varsa enerjisi üstündeymiş hissi… isyan ediyorum; bu hangi tanrının laneti!!!


Gün boyu, hafta boyu bin türlü rezillik şarlatanlık, sahtekarlık tek bir duyguyu dahi tertemiz yaşayamama hissi… saf ve temiz olacak herhangi bir şeye duyulan amansız özlem… ama bu saflık ve temizliği bile yeri gelince silip yok eden anlamsızlık… soru soru soru… ortada tek cevap yok… yokluğun felsefesini yapmanın alemi yok çünkü o koca boktan bir dağ gibi tam ortada çakılmış kendini hissettiriyor… elini uzatıp tutabileceğin tek bir dal yok çünkü etrafında ne var ne yoksa her biri başlı başına seni boğmak üzere olan bir sorun… kişisel kaygılara, dürtülere sürekli yenik düşen ama hep varolan, varlığıyla bir bok beceremeyen adamın teki olduğunu sana bağırtarak hissettiren sürekli bir kaçma duygusu… iler tutar yanı yok bir çöküş… ortada suçlanacak bir yazgı olmadığını sana hissettirmeye yetecek kadar bir bilinç kırıntısı…


Bir insan bunca yanlış seçimi nasıl yapar… bir insan nasıl bu hale gelir… bütün bu olanların duru durağı neresi? Ölüm korkusuna yenik düşmekten mi yaşama saygı duymaktan mı kaynaklandığı çözülememiş bir yaşama arzusu… acıyı uzatmak, bu cinnet anını dondurulmuş bir ekran karesi gibi ölümsüzleştirmek için bir parça umut… ne daha fazla ne daha az… kötü… kötü… kötü… her yer, her şey…sığınılacak, omzuna baş koyulacak tek bir canlı yok… tek bir ışık, tek bir hava deliği yok… bütün bunlardan kötüsü bir son yok… hiçbir şey nihayete ermiyor, sonlanmıyor, koskoca bir kısırdöngü… tek çıkış noktası yok duvarlar granitten doğal bloklar gibi devasa ve kapkara dikiliyorlar... renk yok, sadece karanlık…


…ne söylesem bir eksik…


her şey koca bir boşluktan ibaret…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder