14 Eylül 2009 Pazartesi

Dem


Mavi bir buluttu, yukarı daima yukarı yükseliyordu. Üflediğim nefesimle hareketleri hızlanıyor, sonra yine ağır ağır yukarı doğru süzülmeye devam ediyordu. Kulağıma eğilip “işte bu kadar çekici ve güzel, ama öldürücüdür aynı zamanda” diyordu dedem, parmağının ucuyla hala yükselmekte olan sigara dumanını gösterirken.


Elimdeki esrarlı sigaradan yeni bir nefes daha çekerken gelmişti dedemin sigaradan uzak durmamı öğütlediği an aklıma. Dedem sigaradan çıkan mavi, zehirli dumanı gösterip beni hayran bırakırken farkında olmayarak,sigaraya başlamama neden oldu aslında. Aptal bir yüz ifadesiyle sırıttım ve sigaranın dumanını daha da derine yollayabilmek için çekebildiğim kadar derin çektim nefesimi, ciğerlerimin acıdığını, bir yandan da dumanın genzimden beynime doğru yükselirken vücudumun rahatladığını hissedebiliyordum. Ağır ağır bırakmaya başladım nefesimi, duman içimden çıkıp gittikçe ben biraz daha yukarı yükseliyordum sanki. Esrarın verdiği tatlı sarhoşluk hissini tatmaya başlamıştım ama kendimi uçuyor sanmama rağmen ayaklarımın yere bastığını biliyor, bir çeşit ara bilinç düzeyinde geziniyordum. Esrarın bu yanını seviyordum zaten; kendindeyken başka yerde oluyordun, evdeyken dışarıda, evdeyken bilinçaltının gizli bir dehlizinde, evdeyken herhangi bir coğrafyada, kısacası evdeyken her yerde ama hep kendinde……… kendini zamanın kıyısında hissettiriyordu insana yada tiyatroda gibi; zaman ve mekan kendi anlamsızlıkları içinde kayboluyor, geriye acılarınla, mutluluklarınla, umut ve umutsuzluklarınla, hayal kırıklıkların ve sevinçlerinle koca bir sen ve koskoca bir yalnızlık kalıyor.


“Biliyordum yalnızlık değildi mutsuzluğumun sebebi, oysa ben yalnız ve mutsuzdum,sorsalar delice severdim yalnızlığımı, biliyorum yalnızlık değildi mutsuzluğumun sebebi.. bunca kalabalık bir yalnızlığın gelip bulmasıydı beni…”


Ruhumun yasaklı kıvrımlarına dalmış düşünürken boynumda bir nefesin sıcaklığıyla tekrar yaşadığım mekana döndüm ve aynı anda vücudumda o isterik kasılmayı hissettim. Kafamı çevirip sıcaklığın kaynağına baktığımda az önce tanıştığım kızın beni öpmeye çalıştığını dilini boynumda gezdirdiğini anladım, esrarın verdiği rehavet kasıklarımdan yükselen zevkli sızıdan baskın geldiği için ağır hareketlerle uzaklaştırdım kızı kendimden. Hareketlerim kamerayla kaydedilip ağır çekimde gösteriliyormuş gibi geldi bana, birden bir stadın orta yerinde televizyonda seyrederken buldum kendimi, tanımadığım biri elinde bir çubukla ekranda ayağımı gösteriyor, ben yine ağır çekimde yere düşüyordum. Ekrandaki görüntümde takla attığımı ve beni yere düşürenin eski sevgilim olduğunu görebiliyordum, üstünde bir forma vardı ve ben düşerken elime bastı, o an elim yüreğim oldu ve ben sadece kan olup yemyeşil çimlerden aşağı doğru akmaya başladım, toprağın altına, dibe, karanlık ve nemli katmana doğru hızla akıyordum, aktıkça kanıyor, kanadıkça eksiliyor, zaman geçtikce daha da hızlı derine doğru ilerliyordum. “Niye kimse konuşmuyor” diyen şımarık bir kız sesi ben akarken kulaklarımda yankılanıyordu, o an –konuşursam kanamam- diye geçirdim aklımdan ama hala hızla kanamaya, akmaya, eksilmeye devam ediyordum.


Kaybolacağımı, yok olup gideceğimi düşünmeye başladığım bir anda kesildi kanamam, yeniden bedenime kavuşmuş ben olmuştum. Kendimi adam boyunda satranç taşlarının olduğu damalı fayanslarla kaplı büyük bir bahçenin içinde buldum, bahçede sadece sekiz taş bulunduğunu ve taşların hepsinin vezir olduğunu fark ettim, birden kahkahalarla gülmeye başladım çevremdekiler benim gülüyor olmama gülüyorlardı “sekiz vezir sorusu” diye geçti aklımdan az önce oturduğumuz kahvede arkadaşımın sorduğu soruydu bu. Hala kendimde olduğumu fısıldadım içimden,kahkahalarla gülmeye devam ederken.


İsterik denebilecek kahkahalarımın ardından bir sessizliğe bürünmüştüm yine, gözlerimi de kapatınca sessizlik beraberinde karanlığı da getirmişti yeniden. Sanki havada asılı kalmış gibi, ne uçuyor ne de ayaklarım yere basıyormuş gibi hissediyordum, görünmez ve hissedilemez iplerle öylece asılmıştım boşluğa. Bu sefer ki karanlık acıtmıyor korkutmuyordu, zevklinin ötesinde mükemmel bir duyguydu, vücudumda yanağım hariç hiçbir yerimi hissetmiyordum, ellerim, bacaklarım, vücudum yoktu. Sağ yanağımda rahatsız etmeyen okşayan bir serinlik hissediyordum “yanağım otobüs camının garantisinde” diye geçirdim içimden.


Yanağımdaki serinlik aşağıya boynuma, sonra göğüs kafesime oradan da göbeğime kadar indi. Az önce beni öpmeye çalışan kızı gördüm çıplak haliyle üstümde. Tanrı Pan’ın Nympha’larını hayal ettiğimde gözlerimin önüne gelen vücut kadar şeffaf ve bir o kadar da güzeldi vücudu, elindeki buzu gezdiriyordu bedenimde. Yaşadığım mekana geri dönmüş tüm vücudumu hissediyordum artık, kasıklarımda az önce hissettiğimden daha zevkli bir sızıyı ve az önceki asılı kalmışlık hissini ve ince ince yüreğime sızan ney sesini………


Gözlerimi kapayıp fısıldadım kendime;


“Cennetteyim”


“Dem’desin” diye fısıldadı Nympha’ların vücutları kadar saydam sesiyle bir ses.


“Dem’deyim” dedim dudağımın kıyısında ufacık bir gülümseme;


Dem’deyim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder